Ülkücü Şehitler
  Ertuğrul Dursun Önkuzu
 



DURSUN ÖNKUZU
 
 

23 KASIM 1970  
Tokat'ın Zile kazasındandı. Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisiydi. İşgal altındaki okulda komünistler tarafından yakalanıp üç gün süren ve bisiklet pompasıyla ciğerlerine hava basmaya varan işkenceler yapıldıktan sonra okulun üçüncü katından aşağıya atılarak şehid edildi. Cenazesi memleketinde toprağa verildi



KIZKARDEŞİ KADRİYE ÖNKUZU'NUN KALEMİNDEN:

AĞABEĞİM DURSUN ÖNKUZU

Yıl 1970… Kasım ayının 22. günü… İftar sofrasındayız. Mercimek çorbasını ağabeyimin çok sevdiğini hatırlatıyor, babaannem. Hepimizin gözleri doluyor. Kapı çaldı. Ağabeyimin arkadaşının babası berber Cemal Amca. Babamı istedi.

İndi babam. Sonradan öğrendiğime göre: “Öğrenci olaylarında Dursun yaralanmış, hemen Ankara'ya gidelim” demiş. Tabi radyo ve televizyonlar olaylarda ağabeyimin kaçırılarak işkence sonucu öldürüldüğünü açıklamış. Bizim bir şeyden haberimiz yok. Babam haberleri hiç kaçırmazdı halbuki. Tabi daha 19 haberleri başlamamıştı. Televizyonumuz zaten yok o zamanlar.

Babam hemen gitti Ankara'ya evimize akrabalar, komşular, ülkücü camiadan dostlar dolmaya başladı. Tabi anneme ve bize ağabeyimin yaralı olduğunu söylüyorlardı. Ben ozamanlar orta birinci sınıfta okuyordum. Ablam Amasya Yatılı Öğretmen Okulu birinci sınıfta okuyordu. Benim küçüğüm Zübeyde ise ilkokul ikide.

Ertesi günü ablamı getiriyorlar ülkücü hocaları. Ben hala ağabeyimi yaralı hayal ediyor, ona en iyi şekilde bakar, hemşirelik yaparım biricik ağabeyime diyordum. Heyhat!.. yaradanımıza kavuşalı kaç gün olmuş halbuki. Camilerde selalar kendime gelebildim. Bu mahşeri kalabalığın anlamını ancak o zaman idrak edebildim. İki gün sonra cenazeyi getirdiler ülküdaşlarının acılı, hüzünlü tekbirleri arasında. Zile o tarihe kadar öyle bir kalabalık görmemeişti. Otobüslerle Ankara'dan çevre il ve ilçelerden, köylerden akın akın gelen ülkücüler son yolculuğunda birlikte olmak istemişlerdi Şehit Önkuzu'nun ruhuyla. Kılıçkıran, İmamoğlu, Özmen ve Önkuzu… İşte davanın ilk şehitleri. Bu nasıl bir dava idi, nasıl bir mücadeleydi. Bu birçok kısır düşünceli, egoist, maddeci yöneticilerin dediği gibi sağ sol davası değildi. Bu, Türk - Gayrı Türk savaşıydı. Şuuru, kültürü, ruhu ve gönlü ile Türk olanla, hiçbir şeyi Türk olmayanların, gerçek imanı yüreğinde duymayanların savaşıydı.

Daha ortaokul, lisedeyken ülkücü mücadelenin ön saflarında yer almıştı. Zile kalesinin tam karşısında Ü.O.D açılmıştı. Önceleri birkaç arkadaştılar. Sonra çığ gibi büyüdüler, çoğaldılar. Babam sürekli çok ileri saflarda mücadele ettiğini söyler, mesleğini eline aldıktan sonra ne yaparsan yap derdi. Ailenin tek umudu tek dayanağı oydu. O öylesine imanlı, kararlı ve samimiydi ki o günlerde yapılan haksız düşünce, görüş ve davranışlara asla tahammül edemiyordu.

Birkaç önce Süleyman Özmen Y.Ö Okulu'nda şehit edilmişti. Ağabeyim o olayı bizlere göz yaşları içersinde anlatmıştı. Anneme kan lekeleri olan bir ceketini saklamak üzere yıkamamasını tembih ederek emanet etmişti. “Bu kan Süleyman'ın kanı sakın yıkama, mübarek şehit kanı; yarın Allah'ın huzurunda şahitlik edecek inşallah” demişti. Kendisinin de birkaç ay önce söylediği bu sözden sonra aynı kaderi beklediğini nerden bilsin. Ah canım ağabeyciğim.

O bir ülkü deviydi. Hiçbir çıkar gözetmeksizin. Çok büyük ideallere sahipti. Öylesine inançlıydı ki düşüncelerini gerçekleştirmek için elinden geleni yapardı. Milliyetçi, ülkücü çocuklara, gençlere, kızlara milli manvi değerlerimizi kaybetmemeleri için seminerler düzenlerlerdi. Okul derslerinde başarısız olan talebelere ücretsiz matematik, fen kursları verirdi. Maddi imkanları kısıtlı olduğu halde verilen hediyeleri kabul etmemişti. Onu akrabalarımız, arkadaşları mahcup, utangaç, az ve öz konuşan, konuşunca herkes tarafından dinlenip beğenilen birisi olarak tanırlardı. En büyük idealli büyük bir kütüphaneye sahip olmak ve gençlerin hizmetine sunmaktı. Çok kitap okurdu. Eline geçen parayı kitaba yatırırdı. Yaz tatillerinde çalışıp okul masraflarına katkıda bulunurdu. Judo öğrenmişti. Her sabah jimnastik yapar, titizliği ile ablamı yorardı. Namazlarını düzenli olarak kılar, kılamadığı vakitleri küçük bir deftere not ederdi. O zamanlarda Zile'nin yetiştirdiği çok kültürlü, muhterem bir zat olan müftü Arif Efendi'den ders alırdı. Ağabeyimin yetişmesinde büyük bir payı olmuştu Arif Efendi'nin. Ağabeyim İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesini kazanmış, kayıt yaptırmıştı. Ama o okula komünistler hakim olduğu için Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okuluna geçmişti. Kader işte. Nereye gitsen değişmiyor.

Ağabeyimiz kız olmamıza rağmen bizlerle çok ilgilenir, büyük bir insan gibi her şeyini paylaşırdı. Kitap okuma alışkanlığım onun sayesinde olmuştu. Yaşasaydı kim bilir ne büyük hizmetleri olacaktı. Ama o birçoklarımıza nasip olmayacak şerefli bir ölümle Rabbimize kavuştu. Hem de öyle bir mertebe ki tam on üç kişi insanlık dışı işkenceler yaparak ulaşılamayacak sabrı, tahammülü, Allah yolunda can vermenin lezzetini tattırdılar. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.” (Al-i İmran Suresi,169-170. Ayet).

Ruhları Şad, Mekanları Cennet olsun…

Kadriye Önkuzu


 

 
Önkuzu
Kuzu yürür, kuzu yürür.
Önde Önkuzu yürür.
Kuzular meledikçe
Gönlüme sızı yürür!
Önkuzu hey! Önkuzu!
Önde gider Önkuzu.
Bu bayrak düşmez yere,
Ölmedikçe sonkuzu!
 
Dursun adı... Dursun adı...
O gitti, dursun adı.
Dillerde türkü olsun,
Yürekte vursun adı!
Kuzular koç olacak,
Toy, düğün, göç... olacak
Bu yıl ki kuzuların
Adları  'öç' olacak!

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu


Ertuğrul Dursun ÖNKUZU
23.11.1970, Ankara

Önkuzu Hey Önkuzu
Önde gider Önkuzu
Anası dursun demiş
Durmaz gider Önkuzu
Rahmetli Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun bu türküsü yıllar oldu ki dilimizden eksik olmadı... Yüreklerimizdeki yangınlığın ateşini, söylediğimiz bu türküyle yenmeye çalıştık, ama mümkün mü ki yenelim? Yenemedik. Aradan geçen bunca yıla rağmen o günleri yaşayanların yanı sıra sonradan çiçek, çiçek açan son kuşak dönemi de onun mücadelesi ve onun kavgasıyla ayakta durabildi.

Zile ilçesine indiğimde adeta teni parçalayan bir ayazla karşılaştım adımlarımı Zile Ülkü Ocakları'na doğru sürerken minarelerden okunan Ezan-ı Muhammediyeler bir başka yüreğime oturuyordu, ezanlar sanki gelişimi şehidimin ruhuna müjdeliyordu. 10–15 dakikalık bir yolculuktan sonra Zile Ülkü Ocakları'na ulaştım, içeriye girdiğimde, mükemmel bir toplulukla karşılaştım. Ülkü Ocaklı gençler hatim indiriyorlardı. Bu hatimin özellikle Dursun Önkuzu'nun nezdinde bütün ülkücü şehitler için okunduğunu öğrenmem beni daha da mutlu ediyordu.
Daha sonra Zile Ülkü Ocakları'nın yönetimden ülküdaşlarımızla birlikte aile kabristanına doğru yola çıkıyoruz. Kısa bir yolculuktan sonra kabristana ulaşıyoruz. Bu yere gelindiği anda beynimize bir soru oturuyor: acaba biz nasıl öleceğiz?

Kabristana girdiğimizde şehidimiz Mustafa Taştangil'in kardeşi: "işte Dursun abının kabri burası yanındaki de benim ağabeyimin kabri" dediği anda gözlerinden akan damlalar karla kaplı mekanı delik deşik ediyordu sanki.
... Ve işte, küfrün karşısında destanlaşan bir yiğidin kabri... Göğsüme bir ateş basıyor, kabri şöyle bir süzüyorum, kabrin etrafı çerçeve içerisine alınmış, biraz da demirler pas tutmuş, kabrin üzerinde karların arasından sıyrılıp çıkan ayrık otları kabir taşının üzerindeki yazının okunmasını engelli ur, ayrık otlarını temizliyoruz, kabir taşının üzerinde bulunan resimlik boş, daha önceleri resim bulunuyormuş ama sık sık yıprandığı için artık konulmuyormuş...
Bütün ömrüm süresince onun destan kavgasıyla büyümüş, gelişmiştim ve işte onun yanındaydım... Dualarımızı ettik ve hemen yanında bulunan I Mİ I »aşka şehidimiz Mustafa Taştangil'in kabrine de uğradık.
Kabristanda yaşanılan sessizlik kabristandan çıkışta bozuldu... Bu sessizliği [iği bozan da Mustafa Taştangil'in kardeşi oluyor: "ahim ölmeden önce yazdığı hatıra defterine vasiyet etmiş. Eğer öldürülürsem beni Dursun ahimin yanına defnedin" demiş, o yüzden şimdi aynı yerde bulunuyorlar diyordu ve sonra yanıma yaklaşıyor boynuma sarılarak ''Haydi reisim şimdi de Dursun ağabeyin anasının yanına gidelim" diyordu.
Ve adımlarımızı bu sefer Önkuzu'nun annesinin doğru atıyoruz. Biraz yıpranmış evlerle bezeli dar sokaklardan geçtikten sonra, anamızın bulunduğu eve ulaşıyoruz, ama büyük bir şansızlık yaşıyoruz, evde bulamıyoruz Ankara'ya gittiğini öğreniyoruz... Ülkü Ocaklarına doğru yol alırken bir güzel insanla karşılaşıyoruz, kucaklaşmadan sonra öğreniyorum ki bu güzel insan rahmetli Önkuzu’nun çocukluk arkadaşı Selahattin Ulubaş...
Selahattin ve ocak başkanımızın refakatinde Zile'de yürüyüş yapıyoruz. Ulubaş, rahmetlinin gezdiği yerleri, namazını kıldığı camiyi gösteriye top oynadıkları alanı gösteriyor ve yaramazlıklarını anlatıyor. Bu anıların bazısında gülüyor, bazısında duygulanıyoruz. Daha sonra Ülkü Ocaklarında sohbete devam ediyoruz. Ulubaş ülküdaşımızdan Önkuzu’nun şahadetinin öyküsünü dinliyoruz, bu öykünün öyle yerleri oluyordu ki, hepimiz adeta cansız, taş kesiliyoruz.



Dursun Önkuzu'nun babası Abdullah Önkuzu, o günlerde devrin yöneticilerine şu telgrafı çekiyordu:

"Oğlum Türk milliyetçisiydi, ama bunun karşılığında ihanet gördü, polis oğlumun cenazesini Gülveren civarında kaçırmıştır, üstelik bunu da bomba kullanarak yapmıştır. Onu arkadaşları son yolculuğuna taşırken bu engellenmiştir, oğlumu son kez koklatmadılar bana, oğlumun naaşını istiyor, katillerinin de bir an önce bulunmasını istiyorum..."
Önkuzu'nun naaşı her türlü girişime rağmen verilmiyordu ama arkadaşları naaşı polislerden alıyordu. Bunun karşılığında da yüzlerce genç tutuklanıyordu...



Ankara'dan Zile'ye götürülen Dursun Önkuzu'nun cenaze törenine;


Ankara Ülkü Ocakları Birliği,
Trabzon Ülkü Ocakları Birliği,
Zile, Turhal Samsun, Niksar, Amasya, Tokat Genç Ülkücüler Teşkilatları,
Tokat Öğretmen Okulu,
Zile Sanat Enstitüsü,
Amasya Kız ilk Öğretmen Okulu,
Ticaret ve Sanayi Odası,
Zile Belediyesi,
Zile Turizm Derneği,
Zile esnaf Kefalet Kooperatifi,
Zile Gençlik Teşkilatı,
Ülkücü Öğretmenler Sendikası,
Milliyetçi Öğretmenler Birliği,
Turhal Belediyesi ile Zile’ye yakın vilayet ve kazalardan binlerce kişi katılır.

Dursun Önkuzu'nun Zile Camii'nde kılman cenaze namazından sonra İstasyon Caddesi'ne doğru yürüyüşe geçilir ve mehter marşları söylenerek Zile Meydanı'na gelinir. Türk bayrağına sarılı tabutun başında Dursun Önkuzu'nun babası Abdullah Önkuzu, alanda bulunan onbinlece kişiye şunları söyler:
"Oğlum, Atatürk memleketi siz gençliğe emanet etmişti. Sen, bu emanete sahip çıktın ve bu yolda Türk milletinin baş düşmanı moskoflar tarafından katledildin. 60 sene yaşayıpta esaret içinde ölmektense yirmi yıl yaşayıp hürriyet içinde şehit olmak daha iyidir..."

Şehidimize Allah'tan rahmet diliyor, geride kalmışlarına da hayırlı uzun ömürler diliyoruz.













Facebook'ta Paylaş
 
  Bugün 18 ziyaretçi (22 klik) Ülkücü buradaydı. Bu sayfadan yararlanmak isteyen herkese tasarımcının hakkı helal olsun.  
 
ÜLKÜCÜLER TÜRKİYENİN SİGORTASIDIR. Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol